Tufeyl Bin Amr'ın İslamı

Allah’a hamd, Rasulüne salât ve selam olsun.

Rasulullah (sav), Mekke’de ashabı ile ambargo altında iken, Mekke’ye, Mekke dışından insanlar gelip gitmekteydi. Mekke dışından gelen isimlerden birisi de Yemen’in Devs kabilesinden Tufeyl bin Amr idi.
Tufeyl bin Amr, Devs kabilesinin ileri gelenlerindendi, aynı zamanda iyi bir şairdi. Mekke’ye gelince, müşrikler tarafından Rasulullah’a (sav) karşı uyarıldı. Mekke’de efendimizin fitne çıkardığı, evlat ile babasının arasını ayırdığı, karı ile kocasının arasını bozduğu yönünde telkinler aldı. Bundan dolayı da kendisini dinlememesi tavsiye edildi. Hatta o kadar ısrarcı davrandılar ki Tufeyl kulaklarına pamuk tıkayarak gitti. Kendisi şöyle anlatmaktadır;

“Allah’a yemin ederim ki üzerimde o kadar durdular ki Rasulullah’tan (sav) bir şey dinlememeye ve O’nunla konuşmamaya azmettim. Kâbe’ye giderken, O’nun sözleri bana ulaşmasın diye uzak durmak için kulağıma pamuk tıkadım. Varınca bir de baktım ki Rasulullah (sav) namaz kılıyor, O’nun yakınında bir yere durdum. Allah bazı sözleri bana işittirmek istedi. Ondan güzel bir söz işittim. İçimden dedim ki; ‘Anam beni yitirsin. Allah’a yemin ederim ki ben akıllı, şair bir kişiyim. Güzeli çirkinden ayırt edebilirim. Şu adamın söylediği sözü işitmekten beni alıkoyan kimdir? Eğer söylediği sözler güzel ise onu kabul ederim, eğer çirkin ise onu reddederim.’

Çok geçmedi Rasulullah (sav) oradan ayrılıp evine gitti. Evine yaklaştığında kendisine yaklaştım ve dedim ki; ‘Ey Muhammed senin kavmin bana şöyle şöyle dedi. Söylentileriyle beni senden devamlı korkuttu. Öyle ki senin sözünü işitmemek için kulağımı pamuk ile tıkamıştım. Sonra Allah bana senin sözünü işittirdi. Sözlerin hoşuma gitti. Durumunu bana arz et.’”

Rasulullah (sav) bunun üzerine kendisine davette bulundu. Bunun üzerine Tufeyl Müslüman oldu. İslam’a girdikten sonra kendisinin kavminin ileri gelenlerinden birisi olduğundan Efendimize bahsetti. Mekke’de belli bir müddet kaldıktan sonra kavmine döndü. Ve kendi annesine, babasına, eşine davette bulundu. Onlarda hemen davete icabet ettiler.

Sonrasında kavminden bazı kimseler Müslüman oldu ise de tam olarak kavmi İslam’a yönelmedi. Bunun üzerine Rasulullah’a (sav) gelerek, durumunu bildirdi. Rasulullah (sav) ise onun için dua etti.

Tufeyl şöyle dedi; “Ey Allah’ın Peygamberi! Devs kabilesi bana galip geldi, İslâm’dan uzak durup âsi oldular. Onlar aleyhinde Allah’a dua et! diye talepte bulundu.

Rasulullah (sav) ise: “Ey Allahım! Devs’e hidayet et! Ve onları bize Müslüman olarak getir.” dedi. Ve Tufeyl’e yumuşak davranmasını söyledi. Tufeyl kavminin yanına döndü. Rasulullah (sav) Medine’ye hicret edinceye kadar, onları İslâm’a davet etti.

Daha sonra kabilesinden birçok kişi O’nun vesilesiyle Müslüman oldu. Müslüman olanlar ile birlikte Medine’ye geldiğinde efendimiz ordusuyla birlikte Hayber’de idi. Tufeyl de Hayber’de direkt olarak Rasulullah’ın (sav) ordusuna katıldı. Savaşa katılmamalarına rağmen Rasulullah (sav) onlara da ganimetten pay ayırdı.

Bu siyer kıssasından şu dersleri çıkarmak mümkündür;

1) Allah Teâlâ; yönelen, bir arayış içerisinde olan, dertlenen kimselere hidayet eder ve doğruyu gösterir. Yüz çevirmiş, Allah diye, kitap diye, din diye bir derdi olmayan insanları ve toplumları doğruya iletmez.

Bazen davetçiler bir kişi ile aylarca, yıllarca ilgilenmekte, o kimseye davette bulunmaktadırlar. Kendisine davet içerikli videolar izletmeye, kitaplar okutmaya çalışmaktadırlar. Ancak karşısında, davetin götürüldüğü insanlar ise asla iki satır okuma, söyleneni araştırma zahmetinde dahi bulunmamaktadırlar. Hatta durum o kadar vahimdir ki insanlar okusunlar, dertlensinler, okuyacakları gözlerinde büyümesin diye broşürler, kitapçıklar ile davet ulaştırılmaya çalışılmaktadır.

Yönelen kimse ise az, çok, uzak, kısa hesaplaması yapmaz. Dertlenir, araştırır, okur, bakar, tefekkür eder. Bunların tamamının ardınca da Allah’ın bir sünneti gereği insan doğruya ulaşır. Doğruyu bulur.

Etrafımızda çok farklı hidayet öyküleri dinlemek mümkündür. Herkesin farklı farklı şekillerde tevhidi öğrendiğini görürüz. Ancak hepsinde ortak bir özellik vardır. Herkes bir şey kulağına çalındığı andan itibaren dertlenmiş ve duyduğu bilginin arkasına düşmüş, merak etmiş ve izi takip etmiştir. Netice de rabbimiz o yönelen kimselere hidayet etmiştir. Tufeyl bin Amr’ın (ranh) kıssası da aynı özelliği taşımaktadır. Efendimizin arkasından giderek hidayeti aramıştır.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.”[1]

Bir başka ayette ise şöyle buyurmaktadır;

Kâfirler diyorlar ki: "Ona (Muhammed'e) Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" De ki: "Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir."[2]

2) Cahiliyede kaliteli insanlar, İslam’da da kalitelidir. Cahiliye de karakter ve duruş sahibi insanlar, İslam’a girdiklerinde çok daha kaliteli hale gelirler. Ve bu insanların davetteki etkisi çok daha fazladır.

Kendisinden emin olunan bir Müslüman ortaya bir fikir koyduğunda, bu fikir insanın karakteri ile harmanlanarak değerlendirmeye tabi tutulur. Bu yadırganası bir durum değildir. Çünkü insanları, yakın ve somut bir menfaati için kandırmayan bir insan, onları Allah adına da asla kandırmaz.

Burada şunu bir kez daha anlamaktayız ki davetçi bir birey, duruş ve karakter sahibi bir insan olmalıdır.

Tufeyl bin Amr, kavminin önceden de sözüne itibar ettiği birisiydi. İslam’a girip, insanları İslam’a davet ettiğinde sıradan bir insandan çok daha fazla insanın davete icabet etmesine sebep olmuştur.

Ebu Hureyre (ranh) şöyle dedi: Bazı insanlar Rasulullah’a (sav):

-Ey Allah’ın Rasulü! İnsanların en hayırlısı, şereflisi kimdir? dediler.

Nebi (sav):

- “Allah’tan en çok korkanlarıdır” buyurdu.

- Ey Allah’ın Rasulü! Biz bunu sormuyoruz, dediler.

- “O halde, Allah’ın halîli (İbrâhim)’in oğlu, Allah’ın nebîsi (İshak)’ın oğlu, Allah’ın nebisi (Yakub)’un oğlu, Allah’ın nebisi Yusuf’tur” buyurdu.

- Ey Allah’ın Rasulü, biz bunu da sormuyoruz, dediler.

- “O halde siz benden Arap kabilelerini soruyorsunuz. (Bilin ki) Cahiliye döneminde hayırlı (şerefli) olanlar, şayet (dini) fıkhederlerse İslam döneminde de hayırlıdırlar” buyurdu.[3]

Yani, nesep ve şeref sahibi insanlar, eğer İslam ile tanışırlarsa bu nesep ve şerefi devam eder. Ancak eğer İslam ile bezenmezlerse, nesep sahibi olmayan bir kişi İslam’ı ile o kimseleri geride bırakır. Nitekim Rasulullah (sav), önce en takvalı olanları zikretti.

Aslında İslam bizi tamamıyla değiştirmelidir. Ancak ne yazık ki durum böyle değildir. Tevhidi kavrayıp, tağutu inkâr eden bir muvahhid, neredeyse cahiliyedeki tüm haslet ve tutumu ile dine girmiş olmaktadır. Olması gereken bu değildir. Akide yalnızca insanın dünya görüşünü değiştiren bir olgu değildir. İslam akidesi, insanı baştan aşağı değiştirmesi gereken bir olgudur. Kişinin hayatın tamamı içerisinde her ne muamelesi varsa İslam ile bunu yapmalıdır. İslam akidesi fırıncının önündeki bir hamur misali kişiyi şekillendirmelidir.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

“Biz, Allah'ın boyasıyla boyanmışızdır. Boyası Allah'ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz ona ibadet edenleriz" (deyin).”[4]

Bir duvar düşünün, bir kısmı siyah ile, bir kısmı beyaz ile, bir kısmı da sarı ile boyansa. Duvara insanlar baktığında tüm renklerden bir karma renk görür. Ve bu görünüş itibariyle hoş değildir.

İşte insanın durumu da tıpkı bu duvar gibidir. Eğer insanın fikir ve düşünceleri İslam’a göre, insan ilişkileri örfe ve adetlerine göre, ticareti heva ve hevesine göre olursa, bakan insanlar bu kişide sadece İslam’ı görmezler. Ancak tüm bu bahsi geçenler İslam’a göre yapılacak olursa, bakan insanlar sadece İslam görürler, onun dışında bir şey de görmezler.
 
[1] (42/ Şura 13)
[2] (13/ Rad 27)
[3] Muttefekun Aleyh
[4] (2/ Bakara 138)
Whatsapp Destek